VI. Evlilik birliğinin sarsılması
VI. Evlilik birliğinin sarsılması
Madde 166 - Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
(7532 sayılı Kanun m. 13 ile değişik dördüncü fıkra – RG. 27.11.2024; S. 32735) Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak bir yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilirI.
I-) Not:
Hükmün 4. fıkrası şu şekilde idi:
“Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”
Anılan fıkra, Anayasa Mahkemesinin 22.02.2024 tarihli kararı ile iptal edilmişti. İptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak 9 ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmişti (RG. 19.04.2024; S: 32522). Anayasa Mahkemesinin kararı için bkz. Başlık II-2.
II-) Anayasa Mahkemesi Kararları:
1-) AYM, T: 15.05.2008, E: 2005/26, K: 2008/108:
Hükmün üçüncü fıkrasının Anayasa’nın 41. ve 138. maddesine aykırı olduğu iddia edilmiştir. Bu itiraz Anayasa Mahkemesi’nin T: 15.05.2008, E: 2005/26, K: 2008/105 sayılı kararı ile reddedilmiştir:
“… Hâkim evlenme sözleşmesiyle oluşan hukuki durumu mümkün olduğu ölçüde korumakla yükümlüdür. Anlaşmalı boşanma, yargı denetiminin olmadığı, sadece tarafların karşılıklı anlaşmaları ile evlilik birliğinin sona erdirildiği bir boşanma yolu değildir. 166. maddenin üçüncü fıkrasında yasakoyucu zorunlu olarak gerçekleşmesini istediği ilkeleri açıkça belirtmek suretiyle boşanmanın, ilerde eşlerden biri ya da çocuklarla ilgili olarak adaletsizlik, haksızlık ve kimi sakıncalar doğurmaması için güvence getirmiş, tarafların ikrarlarıyla bağlı olan hâkimin boşanma isteğinin serbest iradeye dayanıp dayanmadığını saptamasını ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkında açık müdahalesini gerekli görmüştür. Hâkimin, tarafların ve çocukların menfaatlerini dikkate alarak anlaşmada yapılan değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya karar vereceği kurala bağlanmıştır. …
Yasa’da belirtilen yöntem ve koşullarla eşlerin karşılıklı anlaşarak boşanmayı istemelerine rağmen evliliğin zorla ayakta tutulmasının taraflara, çocuklara ve topluma fayda sağlamayacağı da açıktır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 41. maddesine aykırı değildir. …
Hâkimin tarafların ikrarlarıyla bağlı olması anlaşmalı boşanmanın bir gereği ve bu esasın doğal bir sonucudur. Yasa’daki koşulların varlığını kendiliğinden araştırma, serbestçe değerlendirme ve oluşan kanaatine göre karar verme yetkisi tanınan hâkim, 166. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca gerekli müdahalede bulunmakta ve tarafların yararları ile çocukların korunması açısından adil ve hakkaniyete uygun mali şartları belirleyerek kalıcı bir dengeyi gerçekleştirmektedir. Hâkim sadece tarafların ikrarlarını esas alarak boşanmalarına veya boşanma talebinin reddine karar vermemektedir. Tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmünün uygulanmayacağının öngörülmüş olması tek başına sonuç doğuran bir kural olmayıp maddede hâkime tanınan yetkilerin kullanılıp, belirtilen koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Bu bakımdan evlilik birliğinin sarsılmasına dayalı ve anlaşan eşlere boşanma olanağı sağlayan anlaşmalı boşanma davasında tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamasının, hâkimin takdir hakkını ortadan kaldırdığı söylenemez.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 138. maddesine aykırı değildir.
İtirazın reddi gerekir…
22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasının ‘Bu halde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.’ biçimindeki son tümcesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine 15.5.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi …” (RG. 05.11.2008; S: 27045).
2-) AYM, T: 22.02.2024, E: 2023/116, K: 2024/56:
Hükmün “Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.” şeklindeki 4. fıkrası Anayasa Mahkemesinin 22.02.2024 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. İptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak 9 ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.
“... III. ESASIN İNCELENMESİ
...
9. ... kural uyarınca boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılan boşanma davasının reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl içinde ortak hayatın yeniden kurulamaması hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılacak ve her iki eş boşanma kararının verilmesini talep edebilecektir.
10. Kuralla evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin bir karine öngörülmektedir. Buna göre boşanma davasının reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl içinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı ortaya konulduğunda evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının ispat edilmesine gerek kalmayacaktır.
C. İtirazın Gerekçesi
11. Başvuru kararında özetle ... anılan sürenin adil olmadığı, ... kural nedeniyle eşlerin uzun sürelerin sonunda boşanabildikleri, ... kuralda öngörülen sürenin ilgililerin evlilik dışı ilişki yaşamalarına neden olduğu, bu suretle kuralla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının yanı sıra devletin aileyi koruma yükümlülüğünün de ihlal edildiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Ç. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
...
17. Evlilik birliğinin kurulmasının yanı sıra sona erdirilmesi de özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla doğrudan ilgilidir. Bu itibarla boşanma davası reddedildikten sonra ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde ret kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmedikçe evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin karinenin işlerlik kazanmasına imkân tanımayan kural özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik bir sınırlama öngörmektedir.
18. ... özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
...
25. Boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesi ileri sürülen boşanma sebebinin ispatlanamadığını ve bu bağlamda ilke olarak eşlerin boşanmalarını gerektiren bir hukuki durumun bulunmadığını göstermektedir. Kuralda ise boşanma davası reddedildikten sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasının mümkün olduğu gözönünde bulundurulmak suretiyle anılan durumda boşanmayı mümkün kılan bir düzenleme öngörülmüştür.
26. Bununla birlikte kuralda ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi gerektiği öngörülmek suretiyle ailenin korunmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığından söz edebilmek için üç yıl geçmesi gerektiğinin öngörülmesi suretiyle Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumunun ayakta tutulmasının hedeflendiği görülmektedir.
27. Bu itibarla kuralla özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın 41. maddesinde devlete yüklenen aileyi koruma ödevi bağlamında meşru bir amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte kuralın meşru bir amaca yönelik olmasının yanı sıra ölçülü olması da gerekir.
28. ... ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. ... Buna göre kuralla özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık alt ilkelerine aykırı olmaması gerekir.
29. ... ret kararının kesinleşmesinden sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılması için üç yıl beklenmesinin aile kurumunu mümkün olduğu ölçüde ayakta tutacağı açıktır. Bu itibarla kuralda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın aileyi koruma amacına ulaşma bakımından elverişli olduğu anlaşılmaktadır.
30. ... sınırlamanın anılan meşru amaca ulaşma bakımından gerekli olmadığı da söylenemez.
31. ... orantılılık alt ilkesi gereğince kuralın boşanma kararı verilebilmesini önemli oranda güçleştirmemesi ve ortak hayata yeniden dönmek istemeyen ilgilileri makul olmayan süreler boyunca evlilik birliğini devam ettirmeye zorlamaması gerekir. ...
32. Kural gereğince boşanma kararı verilebilmesi için öncelikle daha önce açılmış bir boşanma davasının reddedilmiş olması gerekmektedir. ... anılan davanın reddedilmesinin çok kısa sayılamayacak bir sürenin sonunda gerçekleşebileceği kuşkusuzdur.
33. Yine kurala göre ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için anılan ret kararının kesinleşmiş olması gerekmektedir. ... kararın kesinleşmesinin de uzun bir süre alabileceği açıktır. Ayrıca ... ret kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmesi gerektiği öngörülmüştür.
34. Buna göre boşanma kararı verilebilmesi için kuralda öngörülen süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde makul olmayan bir süre boyunca ilgililerin boşanma kararı elde etmelerine imkân tanınmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle kural, ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde evlilik birliğini uzun bir süre boyunca sona erdiremeyen ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklemektedir.
35. Bu itibarla ... kuralın orantılılık alt ilkesi yönünden ölçülülük ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
...
IV. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
....
38. 4721 sayılı Kanun’un 166. maddesinin dördüncü fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden ... iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
V. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ, Yıldız SEFERİNOĞLU ile İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE 22/2/2024 tarihinde karar verildi. ...” (RG. 19.04.2024; S: 32522).
III-) Yargı Kararları:
1-) YHGK, T: 07.06.2022, E: 2019/8-335, K: 2022/850:
“… Eşler, anlaşmalı boşanmada mal rejiminin tasfiyesine karar verdikleri takdirde bu durum doğmamış bir hakkın kullanımı anlamına gelmeyecektir. Zira boşanma ile sona eren evlilikler yönünden mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilirlik koşulu olarak boşanmanın gerçekleşmesi aranmakta ise de eşler arasındaki mal rejiminin sona erdiği tarih kabulle sonuçlanan boşanma davasının dava tarihi olup (TMK m.225/2), mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı dava tarihi itibariyle doğmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, mal rejiminden kaynaklı hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, diğer bir ifadeyle mal rejiminin tasfiyesine karar verilebilmesi için eşlerin boşanmalarına ilişkin kararın kesinleşmesi gerektiğidir. Anlaşmalı boşanmada ise eşler boşanma davası açmakla doğmuş hakları olan mal rejiminin tasfiyesine yönelik tasarrufta bulunabilirler. Uygulamada eşler boşanma davası ile eş zamanlı mal rejimin tasfiyesi davası açmaktadırlar. Bu şekilde boşanma davası ile birlikte açılıp tefrik edilen yahut bağımsız ancak boşanma sonuçlanmadan açılan tasfiye davaları yönünden Yargıtay’ın istikrarlı kararlarında, usul ekonomisi gereği davanın görülebilirlik şartı oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmemesi, boşanmanın sonucunun bekletici mesele yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
…
Gerçekten de eşler; zorunlu olmamakla birlikte, anlaşmalı boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi konusunda da anlaşma yapabilirler. Anlaşma, mal rejiminin tasfiyesini de içermekte ise ayrı bir geçerlilik şartı aranmaz. Anlaşmalı boşanmada, taraflar edindikleri malvarlığını paylaşarak veya tasfiyeye yönelik haklarından feragat ederek mal rejiminin tasfiyesini gerçekleştirebilirler. Usulüne uygun şekilde yapılan anlaşma ile boşanma davası neticelenmiş ve karar kesinleşmiş ise tarafların tekrar mal rejimi tasfiyesi talep etmeleri mümkün olmayacaktır.
…
Diğer yandan mal rejiminin tavsiyesi davası, boşanma davasının fer’î niteliğinde olmadığından, boşanma davasında tarafların anlaşmış olmaları kural olarak boşanma davasının fer’î niteliğindeki tazminat, nafaka ve velâyet konularını kapsadığı kabul edilmelidir. Şayet eşler, boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi hususunda da anlaşma yapmak istiyorlarsa, bu hususun hiçbir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta olması çok önemlidir. Soyut, muğlâk, her anlama gelebilen, farklı şekilde yorumlanmaya açık, müphem kelime ve cümleler kullanılan anlaşma metinleri sonradan açılan davanın görülmesine engel teşkil etmez.
…
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, tarafların İzmir 5. Aile Mahkemesi’nin 05.02.2013 tarihli ve 2012/648 E., 2013/101 K. sayılı kararı ile TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği, kararın 21.03.2013 tarihinde temyiz edilmeyerek kesinleştiği, anlaşmaya dayanak 05.02.2013 havale tarihli protokolün 5. bendinde “Taraflar yukarıdaki şartlarda anlaşmış olup birbirlerinden başkaca maddi ve manevi talepleri ile mahkeme masrafı ve avukatlık ücreti talep etmeyecektir” hükmünün imza altına alındığı, Mahkemece yapılan yargılamanın 05.02.2013 tarihli duruşmasında eşlerin hazır bulunduğu, protokolün doğru olduğunu ve onayladıklarını, anlaşma metni dışında birbirlerinden karşılıklı maddi ve manevi tazminat taleplerinin bulunmadığını beyan ettikleri, Mahkemece gerekçeli kararın 7. bendi ile 05.02.2013 tarihli protokolün onaylanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; eşlerin gerek anlaşmalı boşanmaya dayanak protokol metninden gerekse duruşmadaki beyanlarından aralarındaki mal rejimini tasfiye ettikleri sonucuna varılamadığı gibi, salt “davalının davacıya ait evde oturacağına” ilişkin anlaşma hükmünden eşlerin mal rejimini tamamen tasfiye ettiklerini değerlendirmek mümkün değildir. …”
2-) YHGK, T: 27.11.2013, E: 2013/8-185, K: 2013/1601:
“… Mahkemece, protokol ve tüm dosya kapsamından davacının protokol düzenleyerek mal talebinde bulunmadığını ve bu şekilde anlaşmalı olarak boşandığı, protokolün mahkemece onaylandığı, protokoldeki mal ibaresinin dar kapsamlı algılanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
…
H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık tarafların anlaşmalı boşanma davası sırasında düzenledikleri protokolde yer alan “tarafların mal talepleri yoktur” şeklindeki ifadenin, eşler arasında “mal rejiminden kaynaklanan alacak” isteklerini de kapsayıp kapsamayacağı noktasında toplanmaktadır.
… protokoldeki ifadenin mal rejiminden kaynaklanan alacağı da kapsadığının anlaşılmasına göre, yerel mahkemenin aynı hususları gözeterek yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden, direnme kararının onanması gerekir. …”
3-) YHGK, T: 02.02.2011, E: 2010/2-745, K: 2011/27:
“… Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davacı-davalı kocanın eşine şiddet uyguladığı, hakaret ettiği, kovduğu ve başka bir kadınla ilişkisinin bulunduğu davalı-davacı kadının ise güven sarsıcı davranışlar sergilediği, eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı-davalı koca da dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, davacı-davalı kocanın boşanma davasının da kabulü ile boşanmaya (TMK md. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davasının reddi doğru bulunmamıştır. ...”
4-) YHGK, T: 24.06.2009, E: 2009/2-231, K: 2009/286:
“… Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesinde yer alan evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayanmakta olup, aynı yasanın 166/son maddesine dayanan bir dava bulunmadığı halde, delillerin Türk Medeni Kanunu’nun 166/1 ve 2. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken gerekçeye de aykırı şekilde Türk Medeni Kanunu’nun 166/son maddesi uyarınca boşanma kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. …
Direnme ve bozma kararlarının kapsam ve içerikleri itibariyle uyuşmazlık; davanın, evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal nedenine mi, yoksa eylemli ayrılık hukuki sebebine göre mi çözümlenmesi gerektiği noktasında olup; uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, sözü edilen boşanma sebeplerine ilişkin yasal düzenlemenin açıklanmasında yarar vardır. …
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında öngörülen, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayalı boşanma davasında, gerçekleşen maddi olayla evlilik birliğinin sarsılmış olduğu ve bu maddi olaya rağmen ortak yaşamın çekilmez hale geldiğinin iddia ve ispat edilmesi, öncelikli koşuldur.
Öte yandan, eylemli ayrılığa dayalı boşanmada olduğu gibi mutlak boşanma sebeplerinde ise, evlilik birliği temelinden sarsılmış olduğu gibi artık böyle bir birlikte yaşamanın taraflardan beklenemeyeceği kural olduğu için, sadece boşanma sebebini oluşturan maddi olayın gerçekleşmesi ve bu maddi olayın kanıtlanması boşanma kararı verilmesi için yeterlidir.
Bu noktada, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen, eylemli ayrılığa dayalı boşanma davası açılabilmesi ve giderek, bu madde hükmüne göre boşanma kararı verilebilmesi için; taraflardan biri tarafından açılıp reddedilmiş bir boşanma davasının bulunması, ret kararının kesinleşmesinden sonra ortak hayatın kurulamamış olması ve eylemli ayrılık nedeniyle boşanma davasının, ret kararının kesinleşmesinden üç yıl geçtikten sonra açılması gerekir.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, reddedilen önceki boşanma davasının kesinleşmiş olması, dava şartıdır. İşte bu nedenledir ki, mahkemece kendiliğinden araştırılmak ve gözetilmek zorunluluğu vardır. …
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 389. ve 390. maddelerine göre, hakim hükmünü verdikten sonra o davadan elini çekmiş olur. Bir davanın yargılaması bittikten sonra verilen hüküm, taraflardan birinin temyizi üzerine bozulmadıkça, her ne sebeple olursa olsun, hakimin o davaya yeniden bakması ve verdiği hükmü değiştirmesi olanaklı değildir.
Taraflar arasında daha önce görülen boşanma davasında, davanın kabulüne dair verilmiş bulunan 18.12.1990 tarihli gerekçeli karar, hukuki mahiyeti itibariyle davaya son veren, hakimin işten elini çekmesini gerektiren nihai bir karardır.
O halde; bu karar usulen temyiz merciince bozulmadan, mahkemece ortadan kaldırılarak başka bir karar verilemeyeceğine göre; temyiz süresi içerisinde o davanın davacısı tarafından feragat dilekçesi verilmesi üzerine, boşanmaya ilişkin ilk kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine dair verilen 01.05.1991 tarihli ek karar yok hükmündedir. Böyle bir kararın kesinleşmesinden de söz edilemeyeceği, her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu itibarla, taraflar arasında görülüp davanın kabulüyle sonuçlanan ve henüz kesinleşmemiş olan boşanma davasının, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne göre, retle sonuçlanan ve kesinleşmiş bulunan bir dava anlamında olmadığı, dolayısıyla eylemli ayrılık sebebiyle boşanma davasına dayanak oluşturmadığı; tüm bu nedenlerle, eldeki davada istemin anılan madde çerçevesinde değerlendirilerek boşanma kararı verilemeyeceği, kuşkusuzdur.
… davada, evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, istemin evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki nedenine dayalı olduğu gözetilerek, delillerin Türk Medeni Kanunu’nun 166/1 ve 2. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hatalı teşhis ve değerlendirme sonucu, koşulları da oluşmadığı halde; talebin, eylemli ayrılık hukuki sebebine dayalı olduğu kabul edilmek suretiyle Türk Medeni Kanunu’nun 166/son maddesi uyarınca davanın kabulüne dair verilen önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. …”
5-) YHGK, T: 04.03.2009, E: 2009/2-69, K: 2009/109:
“... Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada madem ki birlik artık sarsılmış diyerek … boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.
Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.
Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu hâlin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır. …
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır ...”
6-) YHGK, T: 26.11.2008, E: 2008/2-695, K: 2008/710:
“… Davacı vekili, tarafların 1972 yılında evlendiğini, davalının kavgacı ve geçimsiz bir yapısı olduğunu, davacının çalışırken maaşını emekli olduktan sonra da emekli aylığını elinden aldığını, eline çok az bir para vererek onunla geçinmesini istediğini, tarafların uzun zaman önce birbirlerinden koptuğunu, iki yabancı insan gibi ayrı odalarda yaşamaya başladıklarını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına, davacı lehine 10.000 YTL maddi, 5.000 YTL manevi tazminat takdirine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, tarafların 34 yıllık evlilikleri boyunca davalının eşini üzecek herhangi bir kötü davranışının olmadığını, davacının iddialarının asılsız olduğunu, evin geçimine yönelik her türlü ihtiyacın ortak kararlarla gerçekleştirildiğini, son üç buçuk yıldır davacının kendi maaşını kendisinin aldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin boşanma davasının kabulüne, maddi tazminat davasının kısmen kabulüne ve manevi tazminat davasının reddine dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkemece ‘uzun yıllar eşinin aşırı hesaplı ve cimrilik ölçüsündeki tutumluluğuna dayanmak zorunda kalan kadının, ekonomik ve sosyal alanda özgür ve rahat yaşamak ve ekonomik şiddetten kurtulmak için açtığı davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği’ gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, direnme kararı yerindedir …”
7-) YHGK, T: 27.02.2008, E: 2008/2-169, K: 2008/210:
“… ‘iki uçlu mizaç bozukluğu’ denilen bir hastalığı olduğu, hastalığın zaman zaman alevlenmelerle seyrettiği ve 2000 yılında başlayıp 6 yıldır sürdüğü, ancak yapılan tedavi sonucu davacının tam iyileşme durumuna girdiği, kısıtlanmasına gerek bulunmadığı anlaşılmaktadır. Söz konusu hastalığın zaman zaman ataklar halinde devam etmesi nedeniyle, davalının evlilik birliğinin yürümesine engel teşkil eden tüm davranışlarını hastalık nedeniyle yaptığı sonucuna varılamaz. Hastalık devresi dışında da aynı hareketlerine yer vermektedir. O halde davalı kadının birlik görevlerini yerine getirmediği ve bu nedenle kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır.
Ne var ki, davacı koca da, tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere eşini rahatsızlığı nedeniyle halk arasında hoca diye adlandırılan kişilere götürmüş olması, aynı apartmanda oturan annesinin davalı eşine karşı takındığı olumsuz tutuma sessiz kalması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında etkili olmuştur.
Açıklanan nedenlerle tarafların eşit kusurlu sayılmaları gerekir. Tarafların eşit kusuru nedeniyle de, ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcuttur. Eşleri birlikte yaşamaya zorlamak kanunen mümkün değildir ...”
8-) YHGK, T: 20.02.2008, E: 2008/2-150, K: 2008/149:
“… Tarafların müşterek çocuğu olan tanık Tuğba Beydağ’ı ‘Babam benim nikâhım olan Kasım 2001’den sonra, nikâhıma gelemediği için müşterek eve gelip 1,5 ay kalmıştır. Bu süre zarfında hiçbir sorun olmadığı gibi, Zeytinburnu bizim sosyal, ekonomik seviyemize uygun değildir. Bir ev alalım dedi. Bunun üzerine ben, annem ve babam Florya’da ev baktık. Hatta tanıdığım emlakçılara kendisini götürdüm. Almak üzereydik ki babam yeniden kayboldu. Bir süre sonra, babaannemin ölümünden sonra (2003 yılında) tekrar müşterek eve geldi. Geldiğinde psikolojisi bozuktu. Ama çok sakindi. Yine 1,5 ay kadar kaldı. Ev alımı tekrar gündeme geldi. Ondan sonra tekrar gitti ve bir daha gelmedi’ sözleriyle beyanda bulunmuştur.
Yine tarafların müşterek çocuğu Alper Geçer ise ‘ Taraflar ablamın nikâhından bir hafta sonra İstanbul’da bir araya geldiler ve şu anda benim oturduğum evde 1,5 ay kadar birlikte kaldılar. Aynı odada yattılar. 2003 yılında babaannemin vefatı nedeniyle yine annemle babam şu an oturduğum evde 45 gün kadar bir arada ve aynı odada kaldılar.’ şeklinde beyanda bulunmuştur.
Davacı ve davalının müşterek çocukları tanıklar Tuğba ve Alper’in beyanlarından, ilk boşanma davasının reddinden sonra tarafların müşterek evde bir araya geldikleri, karı koca hayatı yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, Türk Medeni Kanununun 166/son maddesi koşullarının gerçekleştiğinden söz edilemez. O halde usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir. …”
9-) YHGK, T: 21.06.2006, E: 2006/2-451, K: 2006/464:
“… özellikle davacının evlilik sırasında eşiyle olan anlaşmazlıkları nedeniyle intihara teşebbüs etmesi ve psikolojik olarak rahatsızlanması sonucu evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsıldığı sonucuna varılmıştır …”
10-) YHGK, T: 01.03.2006, E: 2005/2-752, K: 2006/30:
“… davacı koca, tarafların müşterek ikamet ettikleri evin de aralarında bulunduğu, kendi adına kayıtlı tüm taşınmazları satmış; bu nedenle müşterek haneden ayrılan davalı kadın aleyhine, 19.10.1995 ve 19.09.1996 tarihlerinde şiddetli geçimsizlik nedeniyle, 22.12.2000 tarihinde fiili ayrılık nedeniyle boşanma davaları açmış ve davalar reddedilerek kesinleşmiştir.
Davacı tarafından evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayanılarak, aynı maddi olgular ileri sürülmek suretiyle 19.09.1996 tarihinde açılıp, ispatlanamamış olması nedeniyle reddedilen önceki davadan sonra taraflar bir araya gelmediklerine göre, taraflar arasında geçimsizlikten söz edilmesi olanaklı değildir.
Her ne kadar davacının, bakıma muhtaç hale gelmesi nedeniyle davalı tarafından huzurevinde yaşamak zorunda bırakıldığı ileri sürülmüş ise de, davacının tüm malvarlığını elinden çıkardıktan sonra kendi isteğiyle huzurevine yerleştiği, davalının her hangi bir kusurunun bulunmadığı anlaşılmıştır.
…davacı dava dilekçesinde evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayanarak, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1-2. maddesi uyarınca boşanma kararı verilmesini istemiş; davacı vekili duruşmada, T.M.K’nun 166/son maddesinde öngörülen fiili ayrılık nedenine dayanmadıklarını açıkça ifade etmiştir. Görüldüğü üzere, fiili ayrılık nedeniyle açılmış bir dava bulunmadığı halde; Mahkemece yanlış temele dayalı olarak, aynı nedenle açılıp reddedilen önceki davadan sonra üç yıllık fiili ayrılık süresinin geçip geçmediği irdelenmiş ve yanılgılı gerekçeyle, bu yönden de boşanma kararı verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Yukarıda açıklanan olgular karşısında, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı boşanma davasında, temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli davalıdan kaynaklanan yeni bir olayın varlığının kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır …”
11-) YHGK, T: 13.04.2005, E: 2005/2-208, K: 2005/262:
“… Ağız ve vücut kokusu başlı başına boşanma nedeni değildir. Davalıda varolduğu iddia edilen bu rahatsızlığın tedavisinin mümkün olup olmadığı, davalının tedaviden kaçınıp kaçınmadığı bu rahatsızlığın evlilik birliğini davacı koca için çekilmez hale getirip getirmediğinin uzman hekimlerden oluşan sağlık kurulu raporu ile belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Mahkemece tebliğ edilen açıklamalı davetiye bu koşulları içermediği gibi davalı kadın daha sonra duruşmaya gelip hastaneye sevkini istediği halde bu konuda işlem yapılmaması da doğru değildir. Bu yönler araştırılıp incelenmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır. …”
12-) YHGK, T: 26.06.2002, E: 2002/2-567, K: 2002/547:
“ … davacının davalıyı dövmesine karşın davalının da davacıya deyyus, pezevenk diye hakaret ettiği, bu durumda tarafların eşit kusurlu oldukları anlaşılmaktadır. Bu halde, taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir.
Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır …”
13-) Y. 8. HD, T: 26.09.2018, E: 2018/13158, K: 2018/16283:
“… tarafların … anlaşmalı olarak boşandıkları, boşanma dava dosyası içindeki anlaşma protokolünün 5.maddesinde "Davalı ve davacı tarafın birbirinden 7.maddede belirtilen eşyalar dışında herhangi bir eşya talebi bulunmamaktadır", 7.maddesinde ise "Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/135 d. iş dosyasında tespite konu olan ve ...’a ait olan şahsi ev eşyaları ile çeyiz eşyaları (altınlar, beyaz eşyalar, koltuklar, general mobile cep telefonu hariç) ... tarafından ...’a boşanmanın kesinleşmesinden 2 ay sonra ...’un bildireceği adrese teslim edilecektir" şeklinde düzenlemeler bulunduğu, davacının boşanma davasında duruşmadaki imzalı beyanında "davalıdan herhangi bir nafaka, tazminat, altın alacağı talebim yoktur. Protokolün 7.maddesinde belirttiğimiz üzere Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/135 d. iş sayılı dosyasında tespiti yaptırılan eşyalardan tarafıma ait şahsi eşyalarım ve çeyiz eşyalarımı boşanma kararının kesinleşmesinden 2 ay sonra davacıdan eşyalarımı alacağım" şeklinde beyanda bulunduğu, boşanma hükmünde de "6.Tarafların anlaşma beyanları nazara alınarak maddi manevi tazminat, tedbir-yoksulluk ve iştirak nafakası, altın alacağı konusunda karar verilmesine yer olmadığına, 7.Tarafların anlaşmaları gözetilerek dilekçe ekinde sunulan 18/12/2014 tarihli anlaşma protokolünün tasdikine" karar verildiği anlaşılmaktadır. Davacının boşanma protokolündeki ve boşanma davasında duruşmadaki beyanları, boşanmanın fer’i niteliğindeki mali konulara, altın ve eşya alacağına yönelik olup, mal rejiminin tasfiyesi dolayısıyla eldeki davaya konu yapılan malvarlığına dair bir açıklama içermemektedir. Mal rejiminin tasfiyesi boşanma davasının eki niteliğinde olmadığından; boşanmayla birlikte karara bağlanması zorunluluğu bulunmamaktadır. …”
14-) Y. 8. HD, T: 20.03.2014, E: 2013/9389, K: 2014/4769:
“… anlaşmalı boşanma davasına konu müşterek imzalı dava dilekçesinde "...Boşanmamızın doğuracağı mali sonuçları... belirtir anlaşma-protokol imzaladık... dilekçe ekinde sunuyoruz..." biçiminde işaret edilen 02.07.2012 tarihli protokol metninde "...Evlilik birliğinde edinmiş olduğumuz eşyaları rızaen paylaştık, sonradan her iki taraf da bir talepte bulunmayacaktır..." cümlesi ile mutabık kalmalarına, 13.07.2012 günlü ilk oturuma gelen tarafların serbest iradeleri ile protokolü tekrarla "...Aramızda mal paylaşımına ilişkin anlaşmazlık bulunmamaktadır..." sözleri ile bu durumu kabullendiklerini açıkça bildirmelerine, emsal nitelikteki Y. HGK.’nın 27.11.2013 gün ve 2013/8-185 Esas, 2013/1601 Karar sayılı içtihadına nazaran tarafların aralarındaki mal rejimini tasfiye ettiklerinin kabulü gerekmesine göre, …”
15-) Y. 2. HD, T: 09.03.2009, E: 2008/1912, K: 2009/4076:
“… Taraflar hazır bulunup, bizzat anlaştıklarını açıklamaz veya hâkim tarafların anlaşmalarını uygun bulmaz ise, taraflardan delilleri sorulup, toplanması sonucunda evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olup olmadığının anılan Kanunun 184. maddesi çerçevesinde takdiri gerekirken, davacı ve davalı asil dinlenilmeksizin taraf vekillerinin beyanları ile boşanma hükmü kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır. …”
16-) Y. 2. HD, T: 20.10.2008, E: 2007/17220, K: 2008/13614:
“… Sunulan delil, eşlerin birlikte yaşadıkları konutta, davalının bilgisi dışında koca tarafından hazırlanan bir sistemle elde edilmiştir. Yapılan bilirkişi incelemesi sonucu, (CD)’deki ses kayıtlarının, orjinal olduğu, üzerinde ekleme, çıkarma, kesinti ve kopyalama bulunmadığı tesbit edilmiştir. Davalı-davacı, kayıt altına alınan konuşmaların kendisine ait olmadığına ilişkin bir iddia ileri sürmemekte, bu delilin özel hayatının gizliliği ihlal edilerek elde edildiğini belirterek karşı çıkmaktadır.
Bir delilin elde edilişi, kişilerin Anayasa ile tanınmış hakların ihlali suretiyle gerçekleşmiş ise, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa, o zaman kanuna aykırılık ortadan kalkar. Kuşkusuz Anayasaya göre; herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz (Anayasa madde 20/1). Ancak, evlilik birliğinde eşlerin, evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur (TMK madde185/3). Eşlerden birinin, bu alana ilişkin özel yaşamı, evlilikle biraraya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir. O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdır. Bu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekânı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tesbit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz. Aksine, aile birliğine ilişkin ortak yaşanılan mekâna davalının, meşru olmayan bir amaç için arkadaşlarını kabul etmesinde, aile hayatının gizliliğini ihlal söz konusudur. Bu bakımdan sözü edilen delilin elde edilişinde hukuka aykırılık bulunduğundan söz edilemez. O halde yapılan soruşturma ve toplanan delillerle; davalı-davacının; meşru olmayan bir amaç için karşı cins de dahil olmak üzere arkadaşlarını müşterek konuta aldığı ve sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı gerçekleşmiştir. Bu halde, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Gerçekleşen olaylar karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu koşullar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, davacı-davalı koca tarafından açılan boşanma davasının da kabulüne karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır. …”
17-) Y. 2. HD, T: 07.11.2007, E: 2007/1911, K: 2007/15180:
“… Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi ile ‘Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır’ hükmü getirilmiştir.
Dosyadaki nüfus kaydından tarafların 07.08.2003 tarihinde evlendikleri ve davanın açıldığı tarihte henüz bir yıllık sürenin dolmadığı anlaşılmıştır.
Mahkemece, tarafların gösterdikleri delillerin toplanarak, Medeni Kanunun 166/1-2. maddesindeki şartların oluşup oluşmadığı araştırılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken Medeni Kanunun 166/3. maddesinde öngörülen bir yıllık süre şartı gerçekleşmeden tarafların kabulüne dayanarak boşanmaya karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. ... ”
18-) Y. 2. HD, T: 18.03.2003, E: 2003/1605, K: 2003/3778:
“… kocanın açtığı boşanma davasının reddedildiği ve 12.05.2001 de kesinleştiği, babanın müşterek çocukla kurulan şahsi ilişkinin yerine getirilmesi için 2.7.2001 de icra takibine geçtiği, 21.07.2001 de çocuk teslim zaptı düzenlendiği, bu sırada davalının (kadının) av tüfeğini alıp davacının üzerine yürüyüp, tehdit ettiği anlaşılmaktadır. Dava ise bu tarihten sonra 11.02.2002 de açılmıştır. Kadının davranışları sebebiyle evlilik birliği temelinden sarsılmıştır. Eşlerin reddedilen davadan sonra bir araya gelmemiş olmaları, bu arada gerçekleşen olayların boşanmaya esas alınamayacağını göstermez. Boşanmaya karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hükmün kurulması usul ve yasaya aykırıdır. …”
19-) Y. 2. HD, T: 07.05.2002, E: 2002/1532, K: 2002/6083:
“… Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davalının, davacı kadının hastalığı ile ilgilenmeyip tıbbi tedavisini yaptırmayıp bunun yerine üfürükçülere götürüp evde okunmuş su bulundurarak bununla yetindiği, evden dışarı çıkarmadığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır. …”
IV-) Türk Kanunu Medenîsi:
VI. Evlilik birliğinin sarsılması veya müşterek hayatın yeniden kurulamaması
Madde 134
(3444 sayılı ve 04.05.1988 tarihli Kanunun 4. maddesiyle değişik) 1 Evlilik birliği, müşterek hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, dâvacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüşse, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma karar(ı) verilebilmesi için, hâkimin bizzat tarafları dinleyerek iradelerin serbestçe açıklandığına kanaa(t) getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini nazara alarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde 150 nci maddenin (3) numaralı bend hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun müşterek hayat yeniden kurulamamışsa eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar verilir.
Not: Hüküm 3444 sayılı Kanun ile değişikliğe uğramadan önce şu şekilde idi:
“VI. İmtizaçsızlık
Madde 134
Aralarında müşterek hayatın çekilmez bir hale gelmesini mucip olacak derecede şiddetli bir geçimsizlik baş gösterdiği takdirde karı kocadan her biri, boşanma dâvasında bulunabilir.
Eğer geçimsizlik, iki taraftan birine daha ziyade kabili isnat ise boşanma dâvasını ikame hakkı ancak diğer tarafa aittir.”
V-) Madde Gerekçesi:
Yürürlükteki Kanunun 134 üncü maddesini karşılamaktadır.
Madde yürürlükteki Kanunun 134 üncü maddesinden 3444 sayılı Kanunla yapılmış olan değişikliklerle birlikte aynen alınmış, herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.
VI-) Kaynak İsviçre Medenî Kanunu:
Hüküm kaleme alınırken kaynak İsviçre Medenî Kanunu’ndan ne ölçüde yararlanıldığını göstermek ve bir karşılaştırma yapma imkanı sunmak için İsviçre Medenî Kanunu’nun 111 ila 116. maddelerini zikretmek gerekir:
1-) ZGB:
a-) Vierter Titel: Die Ehescheidung und die Ehetrennung
Erster Abschnitt: Die Scheidungsvoraussetzungen
A. Scheidung auf gemeinsames Begehren
I. Umfassende Einigung
Art. 111
1 Verlangen die Ehegatten gemeinsam die Scheidung und reichen sie eine vollständige Vereinbarung über die Scheidungsfolgen mit den nötigen Belegen und mit gemeinsamen Anträgen hinsichtlich der Kinder ein, so hört das Gericht sie getrennt und zusammen an; es überzeugt sich davon, dass das Scheidungsbegehren und die Vereinbarung auf freiem Willen und reiflicher Überlegung beruhen und die Vereinbarung voraussichtlich genehmigt werden kann.
2 Bestätigen beide Ehegatten nach einer zweimonatigen Bedenkzeit seit der Anhörung schriftlich ihren Scheidungswillen und ihre Vereinbarung, so spricht das Gericht die Scheidung aus und genehmigt die Vereinbarung.
3 Das Gericht kann eine zweite Anhörung anordnen.
b-) II. Teileinigung
Art. 112
1 Die Ehegatten können gemeinsam die Scheidung verlangen und erklären, dass das Gericht die Scheidungsfolgen beurteilen soll, über die sie sich nicht einig sind.
2 Das Gericht hört sie wie bei der umfassenden Einigung zum Scheidungsbegehren, zu den Scheidungsfolgen, über die sie sich geeinigt haben, sowie zur Erklärung, dass die übrigen Folgen gerichtlich zu beurteilen sind, an.
3 Zu den Scheidungsfolgen, über die sie sich nicht einig sind, stellt jeder Ehegatte Anträge, über welche das Gericht im Scheidungsurteil entscheidet.
c-) III. Wechsel zur Scheidung auf Klage
Art. 113
Gelangt das Gericht zum Entscheid, dass die Voraussetzungen für eine Scheidung auf gemeinsame Begehren nicht erfüllt sind, so setzt es jedem Ehegatten eine Frist, um das Scheidungsbegehren durch eine Klage zu ersetzen.
d-) B. Scheidung auf Klage eines Ehegatten
I. Nach Getrenntleben
Art. 114
Ein Ehegatte kann die Scheidung verlangen, wenn die Ehegatten bei Eintritt der Rechtshängigkeit der Klage oder bei Wechsel zur Scheidung auf Klage mindestens vier Jahre getrennt gelebt haben.
e-) II. Unzumutbarkeit
Art. 115
Vor Ablauf der zweijährigen Frist kann ein Ehegatte die Scheidung verlangen, wenn ihm die Fortsetzung der Ehe aus schwerwiegenden Gründen, die ihm nicht zuzurechnen sind, nicht zugemutet werden kann.
f-) III. Zustimmung zur Scheidungsklage, Widerklage
Art. 116
Verlangt ein Ehegatte die Scheidung nach Getrenntleben oder wegen Unzumutbarkeit und stimmt der andere Ehegatte ausdrücklich zu oder erhebt er Widerklage, so sind die Bestimmungen über die Scheidung auf gemeinsames Begehren sinngemäss anwendbar.
2-) CCS:
a-) Titre quatrième:
Du divorce et de la séparation de corps
Chapitre premier: Des conditions du divorce
A. Divorce sur requête commune
I. Accord Complet
Art. 111
1 Lorsque les époux demandent le divorce par une requête commune et produisent une convention complète sur les effets de leur divorce, accompagnée des documents nécessaires et de leurs conclusions communes relatives aux enfants, le juge les entend séparément et ensemble; il s’assure que c’est après mûre réflexion et de leur plein gré qu’ils ont déposé leur requête et conclu une convention susceptible d’être ratifiée.
2 Le juge prononce le divorce et ratifie la convention lorsque, après l’expiration d’un délai de réflexion de deux mois à compter de l’audition, les époux confirment par écrit leur volonté de divorcer et les termes de leur convention.
3 Le tribunal peut ordonner une autre audition.
b-) II. Accord partiel
Art. 112
1 Les époux peuvent demander le divorce par une requête commune et déclarer qu’ils confient au juge le soin de régler les effets du divorce sur lesquels subsiste un désaccord.
2 Ils sont entendus, comme en cas d’accord complet, sur leur volonté de divorcer, sur les effets du divorce qui font l’objet d’un accord et sur leur décision de faire régler les autres effets par le juge.
3 Chaque époux dépose des conclusions sur les effets du divorce qui n’ont pas fait l’objet d’un accord; le juge se prononce sur ces conclusions dans le jugement de divorce.
c-) III. Remplacement par une demande unilatérale
Art. 113
Lorsque le juge décide que les conditions du divorce sur requête commune ne sont pas remplies, il impartit à chaque époux un délai pour remplacer la requête par une demande unilatérale.
d-) B. Divorce sur demande unilatérale
I. Après suspension de la vie commune
Art. 114
Un époux peut demander le divorce lorsque, au début de la litispendance de la demande ou au jour du remplacement de la requête par une demande unilatérale, les conjoints ont vécu séparés pendant quatre ans au moins.
e-) II. Rupture du lien conjugal
Art. 115
Un époux peut demander le divorce avant l’expiration du délai de deux ans, lorsque des motifs sérieux qui ne lui sont pas imputables rendent la continuation du mariage insupportable.
f-) III. Consentement au divorce, demande reconventionnelle
Art. 116
Les dispositions relatives au divorce sur requête commune sont applicables par analogie lorsqu’un époux demande le divorce après suspension de la vie commune ou pour rupture du lien conjugal et que l’autre consent expressément au divorce ou dépose une demande reconventionnelle.
Not: Türk Medenî Kanunu’nun 166. maddesi kaleme alınırken İsviçre Medenî Kanunu’nun sadece 111. maddesinin düzenlemesinden kısmen yararlanıldığı ileri sürülebilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, İsviçre Medenî Kanunu’nun 111. maddesi 25.09.2009 tarihli Federal Kanun ile 01.02.2010 itibariyle değişikliğe uğramış, 112. maddesinin 3. fıkrası, 113. ve 116. maddeleri 19.12.2008 tarihli Federal Kanun ile 01.01.2011 itibariyle yürürlükten kaldırılmış, 114. ve 115. maddeleri de 19.12.2003 tarihli Federal Kanun ile 01.06.2004 itibariyle değişikliğe uğramıştır.
VII-) Yararlanılabilecek Monografiler:
Akın Çakın; Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma, Ankara, 1999.
Nevzat Özdemir; Türk - İsviçre Hukukunda Anlaşmalı Boşanma, İstanbul, 2003.
1 RG. 12.05.1988; S: 19812.